İzleyiciler

26 Şubat 2015 Perşembe

AFRİKANIN BEYAZ ÇOCUKLARI

Geçenlerde internette dolaşırken rastladım bu habere ve keşke okumasaydım dedim ama Dünyadaki bu tür korkunç olaylara kayıtsız kalmak bu olaylardan dahada korkunç sanırım.. Albinizm ya da albinoluk kalıtsal bir metabolizma hastalığıdır. Renklenmeyi sağlayan melanin pigmentinin eksikliğinden ya da yokluğundan kaynaklanır. Afrika bilindiği üzere sıcak bir kıta ve burada yaşamak  albino çocuklar için oldukça zor. Güneş ışığından korunmaları gerekiyor ve güneş yanıklarından dolayı binlerce çocuk erken yaşta cilt kansere yakalanıyor.  Afrikada albinoların yaşam ömrü  ortalama 35 yaş. Bu şartlarda yaşamak zorken onlar için daha korkunç inanışlar var..



      PEKİ YA TANZANYA'DA ALBİNO OLMAK????

 Nasıl ortaya çıktıysa 2008 yılında başlamış ilk olaylar. Tanzanyada ki vudu büyücüleri nasıl böyle bir fikir ortaya çıkarmış insanlar (Afrikalı paganlar) buna nasıl inanmış şaşırıyorum doğrusu. Albinolu çocukların ellerini, ayaklarını,gözleri,kafa derilerinin bulunduğu iksirleri  paganlılara güya kısmet, şans,sağlıklarına kavuşturma vaadiyle 2000 dolardan başlayan fiyatlarla satıyorlar. Bu sebeble genellikle çocukları öldürüp parçalayıp satıyorlar. Birde güya bir albino ile cinsel ilişkiye girerseler AİDS hastalığından kurtulduklarına inanıyorlar ve böylelikle yüzlerce albino çocuğa tecavüzde ediyorlar. Şimdilerde albinolu çocukları korumak için belirli kamplara aileleri tarafından bırakıldılar bir nevi terk edildiler. Tabi güvende olmaları için bırakıldılar ama o kamplar ne kadar güvenli. Kampta engelli çocuklarla beraber kalıyorlar günde iki öğün yemek yiyorlarmış. Sabahları yulaf ezmesi akşamları genellikle pilav ve fasülye yiyorlarmış. Şartlar onlar için oldukça zor. Saçma inanışlardan dolayı bu çocukları katlediyorlar.



Malesef ki bu olayların başlama tarihi 2008 çok yakın bir tarih. Bu kadar cahilce, insafsızca yaklaşım bu kadar yakın bir tarihdeyken Dünya'da bundan daha korkunç olayların yaşanmasından korkuyorum. En kötüsü de zaman ilerledikçe daha korkunç şeyler gördükçe şuan ki bu durumların biz insanlara artık normal geleceğinden çok endişeleniyorum.






12 Şubat 2015 Perşembe

JUSTIN CRONIN - THE PASSAGE

Bugün beğendiğim kitaplardan olan THE PASSAGE(Türkçeye HİÇLİKTEN GELEN KIZ olarak çevirildi)den bahsetmek istiyorum. Eğer zombi tarzı ve kıyamet senaryolardan hoşlanıyorsanız kesinlikle okumalısınız. Çok etkileyici ve eğlenceli bir kitap. Dili çok sade,kolay ve anlaşılır. Kitap 784 sayfa ama bir sayfasında bile sıkılıpta sayfa atlamadım. 
Aslında kitabı iki yıl önce kadar okudum.Ama bloğum yeni ve bu da paylaşmak istediğim bir kitaptı. 



NUH PROJESİ: ABD ordusunun elindeki en büyük güç.
İnsanların yaşlanmasını yavaşlatacak bilimsel bir proje.
Virüsün enjekte edildiği oniki idam mahkumu.
Sonuncu ve en önemli denek: 6 yaşında, sahipsiz bir kız,Amy Bellafonte...


Hz Nuh (a.s) peygamberimiz 900 yıl kadar yaşamıştı. Kitaptada bilimciler bunun üzerinde çalışıyorlar. İnsanlar neden daha uzun süre yaşamasınlar ki...


Bu yüzden ölmeye mahkum edilmiş oniki denek seçiyorlar ve onlarla anlaşma yapıyorlar. Ya ölecekler ya da yaşamaları için birazda olsun sanş olan bu deneyde kobay olacaklar. Diğerlerinden farklı olarak bir de sahipsiz olan amy'i seçiyorlar. Virüs enjekte edilir ama umulan sonuç elde edilmez. Farklı bir türe dönüşürler. Denekler bir zombiden daha farklı bir yaratık diyeyim :) Çok hızlılar,çok yükseklere zıplayabilen viral adında bir tür oluşuyor. Önceleri laboratuvarlarda kontrol ediyorlardı ama bir şey olur ve bu oniki denek serbest kalır. Kaos başlar.. Amy de virüse maruz kalmıştır. Tam o sırada Wolgast adında ki amy i bu deney ortamına getiren kişi küçük kızı alır ve oradan kaçarlar. Wolgast küçük kızı korumak için bir yer seçer gözlerden uzak bir yer...

Acaba virüs Amy'e nasıl etki etti?


Diye düşünürken kitapta birkaç yüzyıl sonrasına geçiliyor.  Viraller tüm dünyayı sarmış. İnsanlar koloniler halinde yaşıyorlar, her an tetikte ve sadece erzak vb. ihtiyaçları olduğu zaman koloni dışına çıkıyorlar. Hatta öyle ki yeni doğan çocuklar televizyon, deniz hiçbir şey bilmiyorlar. Sadece çok yaşlı kişiler hatırlıyor. 


Kitap son derece etkileyici. Gerilimi ve heyecanı hiç kaybetmiyor. Epik bir üçleme. Ayrıca 2014 de ikinci kitabı da çıktı. Adı THE TWELVE(ONİKİ). Geçen yıl kitap okumaya ağırlık verememiştim. Sınavlar ahhh. Sınavlar bitti de şimdi de finaller  var :) Ama artık kitaba bu kadar hasret kalmışken vazgeçemem. Kısa sürede ikinci kitabını almam gerekiyor. Ayrıca yakında (umarım) filmi geliyor. Telif hakları çok iyi bir fiyat almış :)

Henüz okumayanlara kesinlikle tavsiye ederim.




İYİ AKŞAMLAR :))




27 Ocak 2015 Salı

YANLIŞ NUMARA :)

 AAMİR KHAN'IN EN SON YAYINLANAN FİLMİ 
PK (PEEKAY)  :)



Bir süredir izlemeyi ertelemiştim. Dün dayanamadım ve izledim. Aamir Khan hayranı olarak bunu da yine çok sevdim. Zaten Aamir'in sevilmeyecek bir filmi yok benim için. Ama bu film ayrı bir güzeldi. Güldürmekte yine muhteşemdi. Aamir'in çoğu filminde ders verici nitelikler bulunur. Bu film de dini konulara değinilmiş.Film de ülkede ki din farklılığını, fazlaca din olmasını incelemişler. Film de tüm dinleri sorguladığını görüyoruz. Ama bence daha çok Hinduizm dini sorgulanmış. Bu yüzden de hindistanda ki topluluklar filmi protesto etmişler,gösterimden kalkmasını istemişler,dava bile açılmış. Bu kadar karşı durulmasına rağmen PK filmi büyük bir gişe yapmış Aamir in en iyi filmleri arasına girdi. Ben filmi beğendim. Yine anlatmak istediğini çok güzel anlatmış :) 

Fragmana göz atabilirsiniz :)



Filmi özetlersek;

Aamir başka bir gezegenden Dünya'yı araştırmak için yeryüzüne iner. Ama çıplak bir şekilde. Çünkü onun gezegeninde kıyafet yok, konuşmakta yok ve herkesin kulakları tabiri caizse kepçe şeklindeymiş :) Sadece boynunda bir kolyesi var. Bu kolye onun uzaktan kumandasıymış bu sayede sinyal gönderdiği zaman diğer gezegendeki arkadaşları onu almaya gelebilecekti. İner inmez bir adamla karşılaşır koşarak onun yanına gidip onu incelemeye başlar. Ama adam bizim uzaylının kolyesini çalıp uzaklaşır. Hikaye bu şekilde başlar.



Jaggu adında da bir kızımız var. Belçika da gazetecilik okuyor. Orada da Safaaraz adında mimarlık okuyan biriyle tanışır aşık olurlar.
Hint filmlerinin en güzel yanı :)) 

Daha sonra bu ikilimiz bir şekilde ayrılırlar. Jaggu da Delhi ye döner.  Muhabirlik işi yapıyordur. Arkadaşıyla metrodayken bizim sevimli uzaylı da biner.
(Tanrıyı arıyor :) )
Jaggu onun hikayesini merak eder bu yüzden sürekli onu takip eder. Hatta tapınakta ki bölüm çok hoşuma gitmişti.
Yardım kutusundan para alıyor. Herkes hırsız diye peşine düşüyor. Ama yüzüne tanrıların resimlerini yapıştırıyor kimse vurmasın diye. :)

Daha sonra uzaylımız ev kiraları pahalı diye kendini hapse attırıyormuş. 
Mesela bu şekilde :)

Daha sonra yukarıda ki olaydan dolayı hapse girer. Jaggu da polis memuruna rüşvet verir ve uzaylımızın yanına gelir.

PK isminin karşılığı sarhoş. Eee uzaylı sonuçta ama herkes içmiş gibi davrandığı için PK diyor :)
Hikayesini anlatmaya başlıyor. 
Burada jagguya dünyalı olmadığını söyler. Tabi inanmıyor en başta.

:))

İlk geldiğinde konuşamıyordu. Her bilgiyi kendine kopyalaması için bir insanın elini 6 saat tutması gerekiyormuş. bu yüzden her gördüğü ele atlıyordu :)


Bu müzikal de çok hoşuma gitti :)



Tanrı yı neden aradığını her şeyi anlatır. 
kumandasını nasıl bulabileceğini kime sorsa bu yanıtı verir. PK de tüm dinlere göre dua etmeye çalışır. Ganj nehrinde yıkanır, vaftiz olur, çeşitli heykeller alır... Sürekli dua eder ama artık neye dua edeceğini karıştırır.


İkiside hapisten çıkar. PK Dünyalı olmadığını Jagguya ispatlamaya çalırken bir amca gelir ve sonra inanır :)
    

Jaggu PK nin kumandasını bulmaya yardım edeceğine söz verir.


Bu noktadan sonra PK sorgulayarak, yanlış ve doğruyu insanların ayırt edebilmesi için sorduğu sorularla insanları şaşırtarak düşündürmeye yönlendirir. Eğer bollywood filmlerine bir nebze aşina iseniz sonunda da hoş bir surpriz yapmışlar. 

Ben tavsiye ederim. Çevremdeki izleyen insanlardan da kötü bir yorum duymadım. Çoooookkkk sevdimm.  :))

İYİ AKŞAMLAR :)

26 Ocak 2015 Pazartesi

Ailesi için çok fedakarlık yapan bir babanın hikayesi.

LA VİTA é BELLA (HAYAT GÜZELDİR)

1997 İtalya yapımı bir film. İzlediğim en etkileyici filmdir benim için. Çünkü bir filmde etkilenip ağlamam gerçekten çok zordur. Ama bu filmde ilk kez ağladım hatırladıkça hala duygulanırım. 


Film müziği gerçekten çok etkileyici dinlemenizi tavsiye ederim :)

Filmin ilk yarısı romantik komedi şeklinde ve 2. Dünya savaşı öncesini anlatıyor . Ana karakterimiz Guido Orefice(Roberto Benigni) Arezzo dan gelen genç bir italyan yahudisir. Amcasının otelinde garson olarak çalışıyor para biriktirip kitap dükkanı açmayı hayal eder. Yerel bir okulda öğretmen olan Dora (gerçek hayatta eşi olan Nicoletta Braschi)ya aşık olur.

İlk tanışmaları, Dora'yı etkilemesi,onu nişan sırasında at ile kaçırması,evlilikleri filmde her şey çok güzel. Daha sonra Giousé adında çocukları olur. Buradan sonra ikinci yarı başlar. 2. Dünya savaşı çıkmıştır. Guido yahudi olduğu için ve giousé de onun oğlu olduğu için toplama kampına nazi tarafından götürülürler.


Kapının üzerinde yahudiler ve köpekler giremez yazıyor .O zamanda ki ırkçılık işte...

Giousénin 4, yaş doğum günü... Hediye olarak babasından tank ister.İşte bugün baba ve oğlunun kampa götürüldüğü gündür. Dora saygın bir italyan ailenin kızı olduğu için kampa götürülmüyor ama kendisi başka bir vagona atlar ve kampa gider. Buradan sonra babanın, annenin fedakarlıkları başlıyor. Kampa geldiklerinde koğuşa bir Alman nazi subayı girer ve Almanca bilen olup olmadığını sorar. Guido Almanca bilmemesine rağmen ben biliyorum der. Subay bir şeyler söyler Guido söylenenleri oğluna bir oyun oynandığını her kazanmalarında 10 puan kazanacaklarını ve 100 puana ulaştıklarında istediği tankı kazanabileceğini söylerek çevirir. 


Savaşı oğluna bir oyunmuş gibi anlatır.Guido neşesini hiç kaybetmez oğlunun psikolojisini bozmamak için hep gülümser.Son oyuna gelir sıra sürekli saklandığı dolaptan çıkmazsa tankı kazanacağını söyler babası. 


Bu son fotoğraf filmde ki babanın fedakarlığını ve büyük özverisini kanıtlıyor.

Fazla detaya inmek istemedim. Filmde anlatamadığım daha bir sürü güzel sahneler var. Sonu ise mükemmel. Son koyduğum fotoğraftaki bölümden itibaren ağlamaya başlayabilirsiniz. Bu gün yazarken bile duygulandım tekrar tekrar.

Kesinlikle izlemelisiniz. Film başından itibaren sizi kendine çekiyor. Eminim ben de edindiği yeri sizde de edinecek.

İYİ AKŞAMLAR :)

25 Ocak 2015 Pazar

Yalnızlığı çok seversek,bir gün o da çekip gider mi?

Tutunanların anlamayacağı,reddedeceği türden bir roman


Oğuz ATAY - TUTUNAMAYANLAR


Oğuz ATAY'ın ilk kitabıdır. TRT roman ödülünü bu kitap ile almıştır. 

En sevdiğim kitaplardan birisi. Genel bir olay örgüsü yok yani bu kitabı okumaya karar verirseniz bir heyecan ya da merak beklemeyin. Ama mutlaka okuyun. Kitap ana karakter Turgut ÖZBEN'in en yakın arkadaşı Selim IŞIK'ın intihar etmesiyle başlıyor. Bundan sonra kitapta Turgut ÖZBEN'in yaşadığı üzüntü sonrasını anlatıyor. Sürekli iç sesiyle konuşuyor ve ona OLRİC adını veriyor. Haketmediğini düşündüğü olayları,yanlızlığını,nasıl tutunamadığını olric ile konuşarak öyle güzel anlatıyor ki okuyan her insan bir nebzede olsa kendini buluyor bu kitapta. Oğuz ATAY mükemmel bir dil kullanıyor. Öyle farklı ve zekice yorumluyor ki sürekli okumak istiyorsun. 


 Kitap başlarken yazarın trende Turgut ÖZBEN ile tanışmasından ve Turgut ÖZBEN'İN kendisine mektup bırakılmasından bahsediyor. Mektup Turgut ÖZBEN tarafından bırakılmıştı. Mektupta kendisinin kaybolmuş bir insan olduğunu belirtiyor ve dünyaya yazarımız aracılığıyla,yazılmasında birçok insanın payı olan bir 'eser' gönderdiğini söylüyordu. Kitapta olayın gerçek olduğu belirtilirken yayımlayıcı bunun gerçek olmadığını vurgulamıştır. Kitapta geçen köyler,kasabalar,karakterler araştırılmış ve gerçekle bir alaka bulamamışlardır. 

Şimdi kitaptan alıntılara göz atalım


"-Kalmak mı gitmek mi daha zor olric?
-Kalmak efendimiz. Kim kaldı ki"


-Olric,bana edilgen bir kelime söyler misin?
-Emin misiniz?
-Evet olric. Hem de  en yakıcı olanını söyle!
-Silinmek efendimiz,yeterince edilgen mi?
-Fazlasıyla edilgen.



-Elimde olmayan şeyler var olric
-Nedir efendimiz?
-Elleri olric elleri...


-Daha keç kez ıskalayacağız hayatı olric?
-Oklarımız bitene kadar efendimiz.


-Bazen yok olmak hiç olmaktan iyidir olric!
-Yok mu olalım efendimiz?
-Varmıyız ki olric!


-Biliyor musun olric, benim bir çok dostum var.
-Görüyorum efendimiz,hepsinin sırtınızda izleri var.



-Yüreğimizde sevgili diye taşıyabileceğimizi neden sırtımızda kambur diye taşımak zorunda kalıyoruz olric?
-Herkes yerini bilseydi hayat kimseye yük olmazdı efendimiz.


-Susalım mı olric?
-Konuşsanız ne değişecek efendim.
-Hiçbir şey olric
-Susalım bir kez daha efendimiz
-Cam kırıkları gibidir bazen kelimeler olric! Ağzına dolar insanın. Sussan, acıtır;konuşsan, kanatır. Susalım bir kez daha olric.


-Geldin mi olric?
-Geldim efendimiz.
-Gene başbaşayız,gene yalnız.
-Siz istediniz.


-Biliyor musun olric? Artık yalnızlığı bile çok seviyorum. Sırf onun eseri diye.


-Can çekişmek nasıl bir şey bilir misin olric?
-Hayır efendimiz,nasıl bir şey?
-Ona söyleyeceğin o kadar çok şey varken,susmaktır olric.


-Gel bir kez daha ağlayalım olric.Yaşanmışlara,yaşanmamışlara bir de hiç yaşanamayacaklara.


-Ve ben olric düşmeseydim düşlerimin sırtından zaten inecektim.





Bugünlükte bu kadar umarım keyif alırsınız.